• Ana Sayfa
  • Hakkımda
  • Bağlantı
    • Kategorİ
    • Kategorİ
    • Kategorİ
  • Mağaza
  • Tavsİye
Blogger tarafından desteklenmektedir.
facebook twitter instagram pinterest bloglovin Linkedin Email

YARIM PSİKOLOJİ

Bloguma hoş geldiniz! Burada gelişim aşamalarından stres yönetim tekniklerine kadar çeşitli psikoloji konuları hakkında bilgi ve ipuçlarını paylaşıyorum. İnsan zihnini anlama yolculuğuna katılın.

                        Doğal Afet Çeşitleri

Doğal Afetler Jeolojik Afetler, Hidrolojik Afetler, Meteorolojik Afetler ve Biyolojik Afetler olmak üzere 4 çeşide ayrılır.

Jeolojik Afetler: Levha tektoniği gibi jeolojik süreçlerin neden olduğu tehlikeli bir tür risktir. Depremler ve volkanik patlamalar buna örnektir. Genel olarak jeolojik olaylar insan kontrolünün dışındadır fakat olayların sonuçları üzerinde insanlar önemli bir etkendir.

Meteorolojik Afetler: Meteorolojik olayların, özellikle sıcaklık, basınç ve rüzgarla ilgili olayların neden olduğu tehlikelere meteorolojik afetler denir. Sıcak hava dalgaları, sel, fırtına, çığ, kuraklık ve şiddetli yağışlar buna verilebilecek örneklerdendir.

Hidrolojik Afetler: Hidrolojik yani su ile ilgisi bulunan hidrolojik süreçlerin veya hasarların neden olduğu afetlerdir. Sel, kuraklık ve tsunami hidrolojik doğal afetlere örnektir. Sel ve kuraklık tarıma zarar verebilir ve kıtlığın başlıca nedenlerindendir. Tsunami ise şehirlere ve turizme büyük ölçüde zarar verebilir.

Biyolojik Afetler: Biyolojik süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan tehlikelerdir. Bu, kişiden kişiye geçen ve insanlar için önemli bir tehdit oluşturan bulaşıcı hastalıklar da dahil olmak üzere çok çeşitli hastalıkları içermektedir. Örneğin geçtiğimiz yıllarda etkisini göstermiş bir virüs olan COVİD-19 büyük tehlike arz etmiş biyolojik bir afet örneğidir.



Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum

Sanal gerçeklik nedir? Sanal gerçeklik kablolarla sınırlı mı? Sanal gerçeklik eğitim-öğretimde kulanılmaya uygun mu? Sanal gerçekliğin öğrenme psikolojisine etkisi ve sanal gerçeklik başlıkları...

Sanal gerçeklik, teknoloji kullanılarak oluşturulan kurgularla gerçek ve hayalin birleştirilmesidir.

Sanal gerçeklik kablolarla sınırlı değil elbette. Eğer bilgisayar tabanlı bir sanal gerçeklik seçmişseniz hareket alanınızı kablolarla sınırlamış olursunuz. Ancak mobil tabanlı veya da bağımsız bir sanal gerçeklik seçmişseniz bu durum hareket alanınızı genişletir. Çünkü iyi haber! Kablolar yoktur.

Sanal gerçeklik son gelişmelerle beraber eğitim öğretime uygun hale getirilmiştir. Sanal gerçekliğin öğrenme için ne kadar etkili olduğunu teknoloji çağında yaşayan elinden telefonunu düşürmeyen bilgisayarın başından kalkmayan çocuklarımızdan kavrayabiliriz sanıyorum. Ne kadar kabullenemesek de eskiye özlem duysak da teknolojik gelişmeleri yadsıyabileceğimizi pek sanmıyorum. Onun yerine bu yazımda çağa ayak uydurmanın ve teknoloji hakkında gerekli bilgi ve donanıma sahip olmanın önemini vurgulayacağım.

Türk eğitim sistemi bu ülkenin bireylerini ne kadar homojen olarak değerlendirse de eğitim alan bireylerin farklı öğrenme çeşitleri vardır. Bu öğrenme çeşitlerini görsel, işitsel ve dokunsal (kinestetik) olarak ayırıyoruz. 

Görseller bir şeyleri öğrenirken destek resimler ister. Gördükleri şeyleri kolay kolay unutmazlar. Defterlerini çok düzenli tutarlar. Ve genel olarak renkli başlıklar atarlar. Deftere yazdıkları konuyla alakalı resim çizerler. Tam bir düzen abidesidir her biri.

İşitseller en çok duyduklarından etkilenirler. Görsel hafızaları biraz kötüdür. Gördüklerini unutabilirler fakat duyduklarını kolay kolay unutmazlar. 

Son olarak dokunsallar da derste sıranın altından topla oynayan bir türlü yerinde duramayan o çocuktur diyebiliriz. Genelde öğretmenleri tarafından başarısız öğrenci olarak görülürler. Ama aslında gerçek, o çocuğun başarısız olduğu değil, homojen olarak görülen çocukların aslında dibine kadar heterojen olduğudur. Dokunsallar genelde bir şeyleri deneyimleyerek öğrendikleri için ya konuşarak ya da kitaptan takip ettirerek dersini işleyen bir öğretmenle muhtemelen kimyaları uyuşmayacaktır. Sürekli birbirlerine sorun çıkaracaklardır. Bu durumda işini hakkıyla yapan bir öğretmenin problemi tespit edip çözüm odaklı yaklaşması ve o çocuğu eğitimin dışında tutmaması gerekmektedir. Çocuk kendini ayrık otu gibi hissetmesin diye elinden geleni yapmalıdır.

Yani sonuca gelecek olursak biz eğitimi hayata hazırlıktan çok hayatın ta kendisi olarak tanımlarken bizi aslında hayatın gerçekliğinin dışında bırakıyorlar. Ve kendi istedikleri sisteme dahil ediyorlar. 

Hayat hayaller ve gerçeklerden oluşur. Sanal gerçekliğin de bu ikisinin harmanlanmış bir teknolojisinin olduğunu biliyoruz. Bundan dolayı da sanal gerçekliğin eğitim öğretime entegre edilmesiyle birlikte öğrencilerin başarı yüzdesi artacaktır.










Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum

Anomi nedir? Anomi Emile Durkheim’a göre neye sebebiyet verir? Emile Durkheim’ın anominin önüne nasıl geçebileceğimiz konusundaki görüşü

Öncelikle anomi ne demektir? Bununla başlamalıyız. Anomi toplumun bireye yeterince iyi rehberlik edememesi durumudur. Emile Durkheim toplumdaki intiharlara sebebiyet veren şeyin anomi olduğunu düşünmüştür. Ve anomiye sebebiyet veren şeyi ise kollektif yaşamdan bireysel yaşama geçmek olarak görmüştür. İnsanlar arasındaki bağların değişime uğradığını söylemiştir. Öncesinde insanlar ahlak gibi bir ilke etrafında toplanırken günümüzde yine insanlar arası bağlar mevcut olmasına rağmen bu bağlar öncekinden farklı bir şekilde insanların birbirlerine olan gereksinmelerinden, iş bölümünden dolayı ortaya çıkan zorunlu bağlar olarak görülmüştür. Emile Durkheim’a göre önceki toplumda mekanik dayanışma vardır. Sonraki toplumda ise organik dayanışma vardır. Kent yaşamı köy yaşamında olanın aynısı değildir. Herkes alanında uzmanlaşmaya çalışmaktadır. Ve durum böyle olunca alışılmışın dışında ve bireyi yalnızlaştıran bir toplumla baş başa kalınca insan bunalıma girmiştir.. Ve bu bunalım insanı intiharlara sürüklemiştir. Peki Emile Durkheim’a göre anonimin önüne nasıl geçilir? Toplumsal değişim ile önüne geçilebilir. 







Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum

Bu yazımda sizlere kendinizi neden başkalarıyla kıyaslamamanız gerektiğinden bunun psikolojiniz ve davranışlarınız üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetmek istiyorum. Bu kıyaslama hastalığından nasıl kurtulabileceğiniz konusuna da değineceğim.

Kendini bir başkasıyla kıyaslamak sonu gelmeyen derya deniz düşüncelere sebebiyet verir. Normal bir psikoloji tekrar etmeyen düşüncelerden oluşur. Eğer tekrar eden saplantılı düşünceler varsa orada psikolojinizin bozulmaya başladığını net olarak söyleyemesek de buna ihtimal vermeliyiz. Eğer ki güzelliğinizi bir başkasının güzelliğiyle kıyaslıyorsanız, konuşmanızı bir başkasının konuşmasıyla kıyaslıyorsanız, başarınızı bir başkasının başarısıyla kıyaslıyorsanız aslında kısacası varlığınızı bir başkasının varlığıyla kıyaslıyorsanız bu kendinize duyduğunuz güvenin yani özgüvenin az olmasından kaynaklıdır. Çünkü herkes güzeldir. Herkesin kendine has bir görünüşü vardır. Herkesin kendine has bir konuşma tarzı ve üslubu vardır. Ve herkes kendi hayatını yaşama konusunda çok başarılıdır. Tabii ki hayallerimiz varsa bu hayalleri gerçekleştirmek için kendimize bir rol model seçebiliriz. Ama bu rol modelle kendimizi kıyaslama olayına girmemeliyiz. O modele hayallerimize giden kapıyı açmak için bir anahtar gözüyle bakmalıyız. Karşımızdakini yüceltirken kendimizi aşağı çekmek kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülük ve haksızlıktır. Kendimizi yüceltip sevmeliyiz. Çünkü her birimiz çok güçlü savaşçılarız. Ama birbirimizle savaşmak yerine hayatla savaşmamız gerektiğini unutabiliyoruz bazen. Olumsuz, karamsar, rezil düşüncelerden soyutlayın kendinizi ve sadece hayatta olduğunuzu ve hala nefes aldığınızı hatırlayın. Bunun ne kadar kıymetli olduğunu hatırlayın. Ve yaşamı tüm güzellikleriyle görün. Kendi güzelliklerinizi fark edin. Kendinize de diğer insanlara da kalp gözüyle bakın. Kalp gözüyle bakmak ne demek? Yani ruh beden ikilisinde ruh üstündür, beden ise geçicidir. Kalp gözüyle bakmak maddiyata bakmak yerine maneviyata bakmak, sadece bakmak da yetmez maneviyatı görmek demektir. İnsanların duygularına dokunmak, hissettiklerini kendi içinde duyabilmek demektir. Zaten insan olmak da bunu gerektirir. Biraz anlayış ve empati bizi insan yapar. Bu özelliklerden yoksun kişiye insan denemez. 

Kendinizi belirli kalıplara sokmaya çalışmayın. Herkesin bir kalıbı zaten vardır. Kendinizi başka kalıplara sokmaya çalışırsanız eksik veya da fazlalık kalırsınız. Bunu unutmayın. Yalnızca kendiniz olun ve kendinizi tüm kusur ve güzelliklerinizle sevin. Kendinizi severseniz eğer etraftaki insanları sevmek de kolay olacaktır. Ama kendinizden nefret ederken başka insanları sevmek hiç de kolay olmaz. 

Herkesin kusurları vardır. Ne kadar güzel olursanız olun kusurlarınıza odaklanırsanız eğer kendinizi bir canavar gibi göreceksiniz. Ama güzelliklerinizi görmeyi kusurlarınızı ise gizlemeyip sevmeyi öğrendiğinizde işte o zaman bütün güzellikler de sizi bulacaktır. 



Görselde görmüş olduğunuz durumda bu şekilde ilginç davranışlar sergileyen sevgilinize içinizden ne geliyorsa yapabilirsiniz. Ama naçizane tavsiyem ondan ayrılmanız olacaktır. Sizi seven ve değer veren birisi bunları yapmaz. Böyle bir adamla birlikte olup da sonrasında aşka küsmeyin. Gidip kendinize daha doğru düzgün adam gibi birisini bulun. 
Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum
Filtre kahve French Press ile nasıl yapılır? Gelin beraber göz atalım.

Filtre kahve en çok tercih edilen kahve demleme yöntemlerinden birisidir. Filtre kahvenin seveni çoktur. Kafelerde sıklıkla tercih edilir. Bazı kafelerde French Press ile beraber getirilir. French Press'i gördüğünüzde filtresini yayık ayranı yapar gibi aşağı yukarı hareket ettirip de hem kahveyi mahvetmemeniz açısından hem de karşınızda oturan malum kişiye rezil olmamanız açısından filtre kahve nasıl yapılır? Bugünkü blogumda buna yer vermek istedim.

Şimdi Filtre Kahve nasıl yapılıyor? Aşama aşama görelim. Anlayalım.

  • 3 kaşık kahve çekirdeğini French Press'e alıyoruz.






  • Sonrasında kahve çekirdeklerinin üzerine sıcak su ekliyoruz.









  • Sonrasında French Press'in kapağını kapatıp filtresini itmeden önce 5 dk demlenmeye bırakıyoruz.





  • Demlendikten sonra filtresini hafifçe itiyoruz. 




Ve filtre kahveniz artık hazır. En sevdiğiniz fincana koyup afiyetle içebilirsiniz. :)




ÖNEMLİ:
Seçtiğiniz kahve çekirdeği değiştikçe farklı bir kahve deneyimi yaşayacağınızı unutmayın. Damak zevkinize en uygun olan kahve çekirdeğini seçmelisiniz.










Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum

Bu yazıda Pomodoro Tekniği nedir? Pomodoro Tekniğini nasıl uygularız? Bunlardan bahsedeceğim.

Vakit nakittir. Zamanı en verimli şekilde nasıl kullanırım? Diye düşünüyorsanız eğer Pomodoro Tekniği bunun için mükemmel bir yöntem. 

Pomodoro tekniği ilk kez İtalyan Francesco Cirillo tarafından ortaya atılmıştır. Pomodoro, İtalyanca’da domates anlamına geliyor. Cirillo bu tekniği ortaya atarken, domates yetiştiriciliğinde kullandığı zamanlama formatından esinlenmiş ve her bir çalışma aralığını “Pomodoro” olarak nitelendirmiştir.





Pomodoro Tekniği:

Pomodoro Tekniği özellikle sürekli ertelediğiniz işleri yapmak için birebir bir tekniktir. Ders çalışmak için de uygulanan oldukça etkili bir yöntem. Zamanı çalışma aralıklarına bölerek zaman diliminin sonunda kısa molalarla birlikte tek bir solukta sıkıcı bir çalışma sürecine dahil olmak yerine rahat nefes alınabilecek bir çalışma süreci fırsatı tanıyor.




Pomodoro Tekniği Nasıl Uygulanır?

  • Yapılacak olan işleri madde madde listele
  • Başlangıç molaların kısa olabilir ancak bir turu tamamlayınca daha uzun bir molaya kavuşabileceksin
  • İşin karmaşıklığına göre Pomodoro yani çalışma aralığını istediğin şekilde ayarlayabilirsin.




Pomodoro Tekniği ile Ders Çalışmak:
  • Pomodoro Tekniğinin sürekli olarak ertelediğiniz konuları çalışmak için en başarılı teknik olduğunu unutmayın
  • Zamanı 25 dk olmak üzere dilimleyin.
  • 25 dk çalışma sürecinin ardından 5 dk mola verin.
  • 4 Pomodoro tamamladıktan sonra bir tam döngüyü tamamlamış olacaksınız.
  • İlk Pomodorolardan sonra 5 dk mola verin fakat döngüyü tamamladıktan sonra 20-30 dk mola verin.
Bu aşamaları takip ederek çalışmanız gereken konular tamamlanana kadar tekniği uygulamaya devam edin.

NOT: Molalarda sevgilinize yazabilirsiniz. ☺️










Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum
Sosyal medya, sosyal medya takibi, sosyal medya bağımlılığı ve beğenilme ihtiyacı,  hakkında bir yazı...

Sosyal medya hayatlarımızın birer parçası olmuş durumda. Ne kadar dahil olmak istemesek, bu ağın dışında kalmak istesek de her geçen gün ağa daha da dolanıyoruz. Gerçek bir ortamda insanlarla sosyalleşmek yerine sosyal medya üzerinden sosyalleşiyoruz.


Aşağıda sıkça kullanılan sosyal medya uygulamalarını görmekteyiz.
  • Facebook
  • Instagram
  • WhatsApp
  • Linkedin
  • TikTok
  • YouTube
  • Telegram
  • Snapchat
  • Pinterest
  • Twitter
  • ...

Sosyal Medya Takibi:

Sosyal medya üzerinde diğer insanların beğenileri ve yorumları paylaşımı yapan kişi için büyük önem taşıyor. Sosyal medya takibi değişken aralıklı bir pekiştirme tarifesi olduğundan dolayı kullanıcıların pekiştireç almaları için sürekli hesaplarını takip etmeleri gerekiyor. Bunu sosyal medya hesabınıza yeni bir fotoğraf yüklediğinizde beğenen kişileri izlemeniz, insanların ne tarz yorumlar yaptığına bakmanız şeklinde düşünebilirsiniz. Bu beğenme, yorum gibi pekiştireçlerin verilme zamanı net olmadığından dolayı sosyal medya kullanıcıları hesaplarına sürekli bir şekilde giriyor ve hareketleri takip ediyor. Medya bu şekilde kullanıcıları ağına düşürüyor.  






Beğenilme İhtiyacı:

İnsanların paylaşım yapmalarının altında yatan sebep genel olarak yetersiz hissetme ve beğenilme arzusu. Çoğu insan kendini sosyal medya üzerinden gelen beğeniler sayesinde beğenebiliyor. Bu da çok vahim bir durumu gözler önüne seriyor. Kullanıcılar kendilerini gelen yorumlar üzerinden değerlendiriyorlar. Kötü yorum yapan diğer kullanıcılar kişiyi çok olumsuz etkileyebiliyor. 


Sosyal Medya Bağımlılığı:

Sosyal medya ağına düştükten sonra insanlar, teknolojik cihazlarını bir uzuvları olarak görmeye başlıyorlar. Bağımlı olma durumu başlıyor. Sonrasında yedikleri içtikleri her şeyi, kendilerini, aile üyelerini kısacası yaşamlarına dair her şeyi diğer kullanıcılarla paylaşmadan edememeye başlıyorlar.












Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum
Kişilik, Kişilik Bozuklukları, Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu ve Obsesif Kompulsif Bozukluk Aynı Şey Midir? Şizoid Kişilik Bozukluğu ve Şizotipal Kişilik Bozukluğu Hangi Noktada Ayrılır?

Kişilik: Doğuştan gelen özellikler ve sonradan kazanılan deneyimlerle insanı kendine has yapan bir kavramdır.

Kişilik Bozukluğu: Kişilik kavramında belirgin sapmalar oluşmasıdır. İşlevsel bozukluklar şeklinde karşılaşabiliriz.

Üç kişilik kümesi vardır.
A. Tuhaf, eksantrik
B. Dramatik, duygusal, tutarsız
C. Anksiyete, ürkeklik



A. Kümesi Bozuklukları

Paranoid Kişilik Bozukluğu: 

İnsanlara karşı derin güvensizlik, herkese karşı şüphe duymak, paranoya yaşamak gibi belirgin özelliklere sahip bir kişilik bozukluğudur.




Şizoid Kişilik Bozukluğu: 

Şizofrenik insanlar duyguları alınmış gibidir. İnsan ilişkilerinde aşırı tepkisiz oldukları görülür. İletişim kurmaktan kaçarlar.




Şizotipal Kişilik Bozukluğu: 

Şizoid ve Şizotipal Kişilik Bozuklukları oldukça karıştırılmaktadır. Şizotipal Kişilik Bozukluğunun Şizoid Kişilik Bozukluğu ile benzer özellikleri vardır. Fakat Şizotipal Kişilik Bozukluğuna sahip insanlarda tuhaf düşünceler, değişik fanteziler ve de mistik, gizemli inanışlar bulunur.




B. Kümesi Bozuklukları

Antisosyal Kişilik Bozukluğu: 

Antisosyal yani sosyallik karşıtıdır bu insanlar. Sosyal ortamlara girmekten çekinirler. İnsanlarla iletişim kurmaktan olabildiğince kaçınırlar. Merhamet duygusundan yoksun oldukları görülür.



Borderline Kişilik Bozukluğu: 

Bu kişiler her duygusunu uçlarda yaşar. İlişkilerinde istikrarsız davranırlar. Ayrıca ilgi arayışında olduklarını söyleyebiliriz.




Histrionik Kişilik Bozukluğu: 

Histrionik insanlarda duygusal dışavurumlarla çok sık karşılaşırız. Dikkat çekmek için genellikle giyimlerinde parlak renkler tercih edebilirler.




Narsistik Kişilik Bozukluğu: 

Narsist kişiler kendilerini çok beğenir. En büyük derdin kendileri olduğunu sanarlar. Ayna ile mükemmel bir ilişkileri vardır. Kendilerine resmen aşıktırlar.




C. Kümesi Bozuklukları

Çekingen Kişilik Bozukluğu:

Çekingen insanlar içine kapanık olurlar. Eleştirileceği ortamlardan uzak dururlar. Rahat iletişim kuramazlar.





Bağımlı Kişilik Bozukluğu: 

İnsanların duygusal veya fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarına bağımlı oldukları uzun vadeli bir bozukluktur. Korku ve kaygı ile karakterize edilir.



Obsesif Kompulsif Kişik Bozuklukları: 

Bu kişilik bozukluğu Obsesif Kompulsif Bozukluk ile çok sık karıştırılmaktadır. Fakat Obsesif Kompulsif Bozukluk kişinin sürekli tekrarlayan düşüncelerinden sıkılıp, rahatlamak amacıyla ritüeller ve kompulsiyon adı verilen sürekli tekrar eden davranışlarda bulunması ile karakterize bir durumdur. Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu ile karıştırmayalım. Çünkü Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu biraz daha mükemmeliyetçilik ve düzen delisi olmak gibi özellikler ile karakterize olmuş bir bozukluktur. Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğundan muzdarip insanlar aşırı takıntılı oldukları için genellikle projelerini geciktirebilirler.










Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum

Stres, Stresten uzak durmanın yolları, Strese karşı neler yapmalıyız? Stressiz bir yaşam...



Stresten uzak durmak mümkün mü? 
-Tabii ki mümkün.
Peki nasıl?


Öncelikle stresin faydalı olan boyutunun olduğunu bilmekte yarar var. Stresin faydalı olanı da mı varmış diye şaşıracaksınız belki de... Fakat durum böyle.  Stresi o kadar da ötekileştirmemeliyiz. Stres istesek de istemesek de hayatımızın bir parçası. Bizim amacımız olumlu tür stresten kurtulmak değil, olumsuz tür stresten kurtulmak olacak. Bu yazımda sizleri, günlük işlerden alıkoyan, yatağa mahkum eden, tükenmişliğe iten o kötücül stresten uzaklaştırmak için yönlendirmek istiyorum.

Gelin tavsiyelerime bir göz atalım.

1. Doğaya Çıkmak: Doğaya çıkmak kesinlikle stresten uzaklaşmak için mükemmel bir çözümdür. Hava soğuk veya sıcak fark etmez. Kendinizi atın doğa ananın kucağına. Bağrına basacaktır... Emin olabilirsiniz.





2. Hayvan Sevmek: Evcil hayvanınız varsa eğer onunla ilgilenmenin tam vakti. Hem onun da sizin gibi sevgiye muhtaç, sevgisiz kaldığında strese girebilen bir canlı olduğunu unutmamalısınız.




3. Sarılmak: Virginia Satir "Her gün en az 8 kez sarılmaya ihtiyacımız var" Diyor. Onu dinleyerek günlük hedefimize ulaşalım. Ailenizden kişilere hiçbir sebep olmadan gidip sarılabilirsiniz. Bu onların da hoşuna gidecektir.




4. Uzun Yolculuğa Çıkmak: Ailenizle veya arkadaşlarınızla birlikte bir yolculuğa çıkmak eğlenceli olacaktır. Rotayı siz belirleyebilirsiniz. Yolculuğa eşlik edecek güzel müzikler seçip varış noktasında güzel zamanlar geçirirseniz tüm bunlar dönüşte hiç unutamayacağınız, hep hatırladığınızda mutlu olacağınız birer anıya dönüşecektir.





5. Müzik Seçimi: Müzik listenizi ruh halinizi toparlayacak şekilde oluşturun. İçkili masalara yakışacak hüzünlü sözler yerine neşeli müzikler tercih edin. Çünkü stres altında olduğunuzdan dolayı diğer stres faktörlerinden kolayca etkilenebilirsiniz. Sözleri farkında olmasanız da sizi daha dibe çekebilir. Bu ruh halinden kurtulmak için de tercihlerinizi elinizden geldiğince zevkinize göre iyileştirin. Sonrasında daha dirençli hissettiğinizde aynı tarz dinlemeye devam edebilirsiniz. Stres halinde yüreğiniz dayanmaz.




6. Hobi Edinmek: Acaba ne yapmaktan hoşlanırım diye kafa patlatmanıza gerek yok. Bir uğraş bulduğunuzda bu sizi iyi hissettiren bir şeyse zaten süreklileştirmeye başlarsınız. Önemli olan burada eyleme geçmektir. Eyleme geçmekte kararlı olun.




7. İnadına Gülümse: Zorla gülümseyin desem yeridir. Çünkü gülümsemek iyileştirir. Bu içinizdeki hüznü örtmeye çalışır gibi bir gülümseme olmasın. Gerçekten mutlulukla, umutla gülümseyin...





Not: Verdiğim tavsiyeler siz istemedikçe hiçbir işe yaramayacaktır. İlk önce iyi olacağınıza dair içinizdeki inancı bulmalısınız.



Share
Tweet
Pin
Share
0 Yorum


Öncelikle stresin farklılaşan tanımlarına bir göz atalım

  • İncitici/örseleyici uyaranlara karşı organizmanın verdiği olumsuz tepki. (Hans Selye)
  • Organizmanın baskı ve isteklere karşı gösterdiği olumsuz tepki. (Hans Selye)
  • Fizyolojik, psikolojik ve patolojik etmenlerin organizma üzerinde yaptığı kaba sert tepki.
  • Organizmanın çevresine uyum sağlamak için ödemek zorunda olduğu bedel. (Becker)
  • Zararlı ortamla karşılaşan organizma durumla baş edemediğinde ortaya çıkan kötü ve zor durum.
Bu şekilde stres hakkında pek çok tanımlama mevcuttur.

Stres hep vardır. Önemli olan burada stresle nasıl baş ettiğimizdir.






 



Stres Türleri

            1. Östres: Dozunda faydalı olan strestir. 
Örn: Karşıdan karşıya temkinli geçmek, sınav hazırlığında yapılan ufak çaplı stres

            2. Distres: Aşırısı ölümcül sonuçlar doğurabilir, zararlı olan strestir.
Örn: Aniden üzerine araba geldiğini fark etmek, ölümcül bir hastalığa yakalanmak, yakınının ölmesi


Östres zaten olması gereken stres türü olduğundan dolayı Distresin belirtilerine göz atalım.








Distres Belirtileri:

Genel Uyum Sendromu Döngüsü 
  • Alarm Dönemi
  • Direnç Dönemi
  • Tükenme Dönemi
Alarm Dönemi:
  • Stres kaynağı organizmaya SAVAŞ ya da KAÇ sinyalleri verir.
  • Aşırı derece adrenalin salgılanır
  • Solunum hızlanır
  • Kalp atışı artar
  • Tansiyon çıkar
NOT: Bu süreçte stres etmeni organizmanın dayanamayacağı düzeyde ise birkaç gün saat içinde ölüm gerçekleşir.

Direnç Dönemi:

Stres kaynağına uyum sağlanırsa her şey normale döner.
  • Kalp atışı normale döner.
  • Solunum normale döner.
  • Tansiyon normale döner.
  • Kas gerilimi azalır.
Tükenme Dönemi:

Stres yoğunluğu giderek artarsa davranışta normal dışılık ve hayal kırıklığı görülür.

Stres kaynağına uyum sağlanamazsa kişi tükenme dönemine girer.
  • Günlük işlerini yapamaz hale gelir
  • Kişi kendini tükenmiş hisseder 
  • Diğer stres kaynaklarından çok çabuk etkilenir.
  • Alarm reaksiyonları yeniden ortaya çıkar.
Organizma bu durumla baş edemezse ya hastalığa yakalanır ya da ölüm gerçekleşir.







Share
Tweet
Pin
Share
2 Yorum
Öncelikle Freud'dan çok kısa bahsedelim. Freud 1856 senesinde doğmuş bir bilim insanıdır. Aslında kendisi başta doktordu. Bir nörologtu. Fakat sonrasında hipnoz tekniğini araştırmak için bir meslektaşıyla Paris'e gitti ve buradayken tıbbi psikopatolojiye yöneldi. Bugünlük tarih dersimiz bu kadardı. Şimdi asıl konumuza gelelim.

(Psikanalizin babası olarak bilinen Sigmund Freud terapilerinde hipnoz tekniğini kullanmıştır. Aşağıda psikoterapilerini gerçekleştirdiği bir Türk divanı görmekteyiz.)


Psikanaliz hiç kuşku yok ki 20. yüzyılın en önemli olgu ve kuramlarından biridir. Sigmund Freud'un bilinç dışına ilişkin geliştirdiği kuramlar ve bireyin iç dünyasının çözümlenmesine katkıları, sadece sıradan insanı değil, belki daha fazla sanatçıları etkilemiştir. Freud'un yaşamımızın rasyonel idarecileri olmadığımızı bilinç dışı güçler tarafından kontrol edildiğimizi iddia ederek mantığın ve aklın yaşamımızı yönlendiren en önemli etken olmadığını ileri sürmesi çok önemli bir başlangıcın ilk adımı sayılmaktadır. 


Yukarıda görmüş olduğumuz Buz Dağı'nın yüzeyin üstünde kalan kısmını bilinç, altında kalan kısmını ise bilinç dışı veya da bilinçaltı olarak kabul edelim. Hani bu daha Buz Dağı'nın görünen kısmı deriz ya... 

Psikanalitik Gelişim Kuramı kavramlarından biraz bahsedelim öncelikle.


İd: İdentity yani kimlik demektir. Kimlik doğuştan gelir. İd anlık tatminler bekler.
Süperego: Vicdan pusulamızdır. 4 yaş civarında gelişir.
Ego: Sonradan kazanılır uzun süreli tatminler bekler.
Libido: Başka bir bağlamda karşılaşmış olabiliriz bu sözcükle. Fakat kuramdaki anlamı akıl mekanizmasının çalışmasını sağlayan doğal enerji oluyor.

Psikanalitik Gelişim Kuramı açıklamak için Freud'un Psikoseksüel Gelişim Evreleri konusuna da detayına girmeden değinmek istiyorum.

Psikoseksüel Gelişim Evreleri
  • Oral Dönem (0-1 yaş)
  • Anal Dönem (1-3 yaş)
  • Fallik Dönem (3-6 yaş)
  • Latent Dönem (6-12 yaş)
  • Genital Dönem (12-18 yaş)
Kavramlarda bahsettiğimiz libidinal enerji bu evrelerin herhangi birinde takılı kalırsa etkisi ömür boyu süren çatışmalar meydana gelir. Örneğin Oral Dönem saplantılı birisi yetişkin olduğunda sigara içme alışkanlığı edinebilir. Kişi genelde bu durumda dudak tiryakisidir. Başka birisi ise istemsiz bir şekilde çok konuşkan olabilir. Veya da Anal Dönem saplantılı birisi tuvalet eğitimi zorlu geçmiş demektir. O kakayı vermeyeceğim aşamasında takılı kaldığı için yetişkin olduğunda bencil tutumlar sergileyebilir. 

Etkisi ömür boyu süren çatışmalar olur demiştik. Bu çatışma İd, Süperego ve Ego arasında olan bir çatışmadır. Çatışmanın içeriğine biraz değinelim. Öncelikle İd var olduk olalı anlık tatminler peşindeydi Süperego ise vicdan pusulamızdı ve ahlaki vaazler verip duruyordu olduğumuz kişiye yani İd'e. Ortalarında dengeleyici unsur olarak ise egomuz vardı. İd ve Süperego arasında çıkan çatışmaya son vermek için çırpınıp durdu fakat uzun uzun tatmin edilmeyi beklerken tırnağın ucu kadar bile tatmin edilemedi egomuz. 

Çatışma demişken Freud Sürçmesi konusundan da bahsetmeden olmaz.

Freud Sürçmesi

Sürçmenin ne demek olduğunu günlük hayatlarımızdan az çok biliyoruz. Freud Sürçmesi ne demek örnekler üzerinden açıklamak istiyorum.

Sence tango kursuna mı gitmeliyim yoksa salsa kursuna mı gitmeliyim? Diye soran arkadaşına: "Bence TANGA daha estetik bir dans." Diyen kişi yaptığı hatayı fark edince oldukça utanacaktır. (Tango)

Doktora giden kişi o hafta çok edebiyat çalıştığı için doktora: "Doktor EDEBİYAT olmam şart mı?" Dediğinde doktor gülmüştür. Hasta da haliyle biraz utanmıştır. (Ameliyat)

Verdiğim cümleler canlı çatışmaya birer örnektir.

Psikanalitik Gelişim Kuramı 0-6 yaş arası olan çocukluk deneyimlerinin yaşamımızın önemli bir parçası olduğunu gösterdi bizlere. 












Share
Tweet
Pin
Share
1 Yorum

HAKKIMDA

Ben Sude Naz Deniz. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık öğrencisiyim. Blog sayfamda psikoloji hakkında yayınlarım var. Umarım beğenirsiniz.

TAKİP ET

  • facebook
  • twitter
  • instagram
  • Google+
  • pinterest
  • youtube

SON GÖNDERİ

SPONSOR

FACEBOOK

BLOG ARŞİVİ

  • Kasım 2024 (1)
  • Şubat 2024 (4)
  • Ocak 2024 (6)